3 Nisan 2015 Cuma

Adını yazdılar gökyüzüne...

Türkiye, pop müzik tarihinin en vurucu ve en duygusal söz yazarını, büyük bir müzik adamını kaybetti... Bir sanatçı düşünün. Çocukluğu veya gençliği 80'ler ve 90'larda geçmiş bizlerin ve de çıkış yıllarına rast gelen annelerimizin ve babalarımızın boğazına bir yumru oturmasına sebep oldu. Çünkü o bizlerin hayatını besledi, besteledi. Şanslıydık.
Bana annemden geldi Kayahan, öyle bir aileyiz ki, öyle çok seviyor ve söylüyoruz ki şarkılarını, bazı durumlarda şarkı sözlerini sanki sözlükte yer alan bir deyimmiş gibi kullanabiliyoruz. O dönemki erkek arkadaşlarımdan birinden mesaj beklerken ya da bir iş başvurusu sonucu beklerken anneciğim bana az "Yandı mı bu postaneler? Yıkıldı mı yoksa?" diye takılmamıştır. Ben de okeyde yenilirken veya tahammül edemediğim bir durumla karşılaşırsam az "Atın beni denizlere" demedim.
En sevdiğim lafıydı "Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar..." Ve bugün sürekli dilimde olan... "Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz." Onunla ilgili en çok sevdiğim şey şarkı söylerkenki sahiciliğiydi. Gerçekten duygularını bu kadar net ve sahici gösteren birisini bulamayız. Aşık olduk, gözlerin hapsinde kaldık. Kalbimiz kırıldı "Allah'ım neydi günahım? Ben nerede yanlış yaptım?" diye sorduk Uyutmadı yaşananlar, akşam olunca... Odalarda ışıksızdık... Tabii aşkları hep film gibi yaşadık... Siyah-beyaz... Hele Beşiktaş'lıysanız... Ne seninle ne de sensiz olmuyor işte! Yandı mı bu postaneler? Yıkıldı mı yoksa? Kayahan ilk 1990 yılında teşhisi konulan kanserle mücadelesini 25 yıl boyunca şarkı söyleyerek sürdürdü. Önce 2001 sonra da 2005 yılında nükseden hastalığı 4 ağır ameliyat ve radyoterapiyle yenmişti. En son 2014'te 3.defa karşı karşıya geldiğinde bu sefer işi çok zordu, kemoterapi gören Kayahan bu sabah saatlerinde ileri evredeki hastalığının sonucunda solunum yetmezliği ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle kanserle savaşını 3. turda kaybetti. Her şarkısı hit olmuş, zamansız şarkılar halini almıştı. Bilmediğimiz bir şarkısı bile yok. 14 Şubat'ta söylediği sözleri hatırlarsak "Bir gün ben gidince siz benim şarkılarımı söyleyeceksiniz, ki ezbere biliyorsunuz. Ben dinleyeceğim. Ve bugün hepimiz hayattayken olduğu kadar giderken de hep bir ağızdan şarkılarını söylüyoruz. Onun eserleri bizlere, çocuklarımıza ve torunlarımıza yeter... Bu dünyadan bir Kayahan geçti! Son günlerde elim kulağımda bekliyordum. Ben de yeri hep ayrı olacak... Ne yazık ki canlı göremedim. Ama bir gün ben de yolu sevgiden geçenler gibi bir yerde buluşacağım. O zamana dek görüşmek üzere, hoşçakal!

22 Şubat 2015 Pazar

4 Oscar Filmi Analizi...

Yılın filmlerini seçmeye son 24 saat! Bu sene ilk defa biraz maratonun gerisinde kaldım ama en azından çoğu filmi izleyerek biraz da olsa yetiştim. En iyi film adaylarına bir tepeden bakacak olursak bu sene Oscar'ın teması "Biopic" yani biyografik filmler oldu. Gerek Selma, gerek The Imitation Game ve Theory of Everything gibi adayların varlığıyla Akademi, "senelik tema" anlayışından pek vazgeçmemiş. İzlediğim 4 film oldu. -The Imitation Game -Whiplash -Boyhood -Theory of Everything Şimdi sırayla izlenimlerimi ve de Oscar konusundaki ihtimalleri üzerinde duracağım.
*THE IMITATION GAME: Artısı: Benedict Cumberbatch Eksisi: Hikaye maalesef çok yavan... Dünya alemin sevgilisi olmuş durumdaki Benedict Cumberbatch'in (Adam hem Sherlock hem de Smaug bile oldu daha ne, şimdi de Doctor Strange'e yürüyor!) inişli çıkışlı oyunculuğuna rağmen ne yazık ki adaylar içerisinde en sönük olanı. Çünkü hikayeye Alan Turing'in yeğeninin amcasının özel hayatını perdeye dökmemesi konusunda talimat vermesi yüzünden filmi günümüzün şartlarına göre sıradan yapması. Benedict Cumberbatch'in performansını da geri çekti bu yavanlık maalesef...
*WHIPLASH Artısı: Oyunculuklar, hikaye, vurucu finali. Eksisi: Güçlü adaylar... Şahsen Whiplash benim adaylar içerisindeki en favori yapımım oldu. Soluksuz izledim ve afişlerindeki belirtilenler gibi nefes kesici bir film olması. Ama ne yazık ki iddialı yapımların gerisinde kaldı ve birazcık hikaye ve kurgu bizlere "Black Swan" ı hatırlattı. Ama J.K Simmons'ın efsanevi performansını övmeye hangi kelime yeterli bilmiyorum ama emin olduğumuz tek şey babalar gibi ödülü almaya geliyor! Adaylığı bulunan kategorisinde nasıl En İyi Kadın Oyuncu dalında Julianne Moore (Still Alice) rakipsiz ise "Ödül Süpürücüsü" Simmons ta bir o kadar rakipsiz... Olsun! Whiplash'in varlığı yeter!
*BOYHOOD: Artısı: 13 yılda çekilen, farklı sinema deneyimi yaratan kurgusu Eksileri: Standart bir film. Tamam,kabul ediyorum: Yapım, çok iyi. Kurgu, enfes. Fikir, harikulade. Teknik, olağanüstü. Diyecek daha lafım yok, sürpriz olmayacak. Boyhood kesin şampiyon. Ama bana kalsa daha iyi hikayeler mevcut. En iyi film adayı olup daha iyi hikayeler gördük. Ancak saygıyla eğildiğim bir yapım...
*THEORY OF EVERYTHING: Artısı: Eddie Redmayne, güzel kurgu, akıcılık, oyunculuklar. Eksisi: Güçlü adaylar... Bana kalsa adaylar içerisindeki en mükemmel film... Bir rakipsizimiz de Eddie Redmayne. Stephen Hawking'in bile "Beni benden daha iyi oynamış" dediği bir performansı var. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Redmayne'da babalar gibi alıp gideceklerden... Mükemmel! Sürpriz olur mu? Sanmıyorum ama yine de bir acaba dedirtse de son yıllarda pek sürpiz olmadı. Sadece neden aday yapmadı diye şaşırıyorum maalesef... Ancak bu sene de pek öyle neden aday olmadı dediğim yok. Saatler sonra belli oluyor her şey, fakat Oscar'ın her daim bir heybeti var bunu kabul etmeli... Senede bir gün uykusuz kalsak ne olacak? :) İyi seyirler :)

15 Şubat 2015 Pazar

50 Shades of Grey: Hepimiz Ana değil miyiz aslında?

Beklenen gün geldi sonunda... Kitabını okuyan okumayan kimimiz varsa teaser trailer, official trailer ya da herhangi bir teaser poster kovalıyorduk ve Grinin 50 Tonu / 50 Shades Of Grey'i bekliyorduk. Sonunda takvim Sevgililer Günü'nün bir gün öncesi olan 13 Şubat 2015'i gösterdi ve ön satıştan biletini aldığımız (ve de ayrıca inanılmaz dolu olduğundan son anda şansımıza cillop gibi yer bulabildiğimiz) 19:15 matinesine geldik. Bir kere seyirci profiliyle başlayayım: Tüm salon kadınlar hakimiyetindeydi! Erkek izleyicilerin sayısı sadece 5'ti. Zaten bu filme kesinlikle çift olarak gidilmemeli, yoksa pek hoş sonuçlar olmayabilir ben size şimdiden belirteyim. :)
Şimdi filme giriş yapalım. Filmimiz Edebiyat öğrencisi Anastasia'nın (Ana) o sırada hasta olan Gazetecilik öğrencisi ev arkadaşı Kate'in yerine Christian Grey ile röportajını yapmasıyla başlıyor. İlk gördüğü anda fazlasıyla etkileniyor tabii bu etkilenme karşılıksız değil. Genç milyarder Christian, Ana'ya kendini kaptırıyor. Ama Christian'ı diğer standart erkeklerden ayıran bir şey var: O da zevkleri... BDSM'ye (rızaya bağlı olarak fiziksel baskı ve kuvvetli duyusal uyarımın uygulandığı ve fantezi güç rolü oynamanın yapıldığı cinsel tercih ve kişisel ilişki türüne) ilgi duyuyor. Bunu etkilendiği Ana'yla yaşamak istiyor ve ona olan duygularının normalde bu ilişkiyi yaşadığı kadınlardan farklı olduğunu fark ediyor. Ana açısından bu yeni bir macera ve aşk gibi olsa da keşfetme arzusu, bilinmeyene olan meraktan doğan tutku, ikilemler, soru işaretleri ve tüm karmaşıklıkları bir arada yaşayacaktır. Amaç sadece Christian'ın oyun arkadaşı olmak mı yoksa bunun fazlası mı var?
Filmde oyunculuk performansından girersem, filmin lokomotifi kesinlikle Dakota Johnson. Etkileyici oynuyor. O kafa karışıklığı, sevgili olup olmadığının sorgusu, zaaf, tutku, merak, heyecan duygularının bir arada olduğu o karmaşık ruh hali ve de gelgitlerini sonuna kadar seyirciye hissettiriyor ve eminim tüm hemcinslerim onda kendinden bir şey bulmuştur. Jamie Dornan ise kesinlikle doğru bir seçim, fakat oyunculuğu Dakota'nın yanında az sönük kalıyor ama asla sırıtmıyor, çünkü birbirlerine de yakışıyorlar. Beyazperde de bu kadar ekranda birbirine yakışan oyuncular bir arada zor bulunur... Ama Dakota Johnson'için boynuz kulağa tur bindirmiş demek asla yanlış olmaz. Güzellik ve oyunculuk açısından annesini geçmiş durumda... Filmin türünü ele alırsak spesifik bir kategoriye sokmak zor ama benim kategorim Erotik Romantizim olabilir. Çünkü seksi ögelerin yanında romantizim ve fazlasıyla duygu birikimine şahit oluyoruz. Çıplak sahnelerin rahatsız bir yanı yok, bazı rahatsız çıplak sahnelere de şahit olduk zamanında... (Wolf of Wall Street). Rahatsız bir çıplaklığı göz ardı etmek için çok ünlü bir yönetmen mi olmak gerekiyor acaba? Kitabı okuyanlardan duyduğum kadarıyla filmin kitaptan eksik hiçbir tarafı yok, diyaloglarına kadar aynı. Ben kitabı okumadım ama sanırım yönetmen Sam Taylor-Johnson bunu hedefleyerek büyük bir risk almış. Başarılı olmuş.
Bir kadın olarak hemcinsim Ana'da ne gördüm? Yazının başında belirttiğim gibi ben de kendimi gördüm. İlla BDSM olması şart değil. Kadın-erkek ilişkilerinde temel olarak var olan duygu, ikilem, soru işaretleri ve zaafları görüyoruz. Birinden etkilenir ve peşinden gitmek istersin, sorgulamaya çalıştığında ilk aklına gelen şey "Ne olduğunu bilmiyorum ama beni bu adama çeken bir şey var." olup onu görme isteği, yeniden görebilir mi arzusu ve yaklaştıkça gizemin verdiği büyüye kapılmak... Bir dünya yaratmak, ama öyle güzel, parlak gelen bir dünyada bir yandan sorguladığın bir yandan da çok mutluluk verdiğini bildiğin ama bir garipliğin de olduğunu hissettiğin bir dünya... Ve de git gide bağlanmayla gelişen kaybetme korkusu... Sevgi, tutku, kaybetme korkusu, ne olduğunu anlama, ortada yaşanılanların anlamını sorgulama, büyük karşı konulamaz isteklerle süslü bir ilişki,seks, eğlence silsilesi... Ve de teslim olmak ruhen ve bedenen... Bırakamamak... Bırakırsan da kaybetmeyi yedirememek... Ve kulağına söylenen bu cümle hep yankılanacaktır. "Benimsin." (Bunu filmde baya duyduk) İşte tüm bunları gördüm. Yaşadım, yaşadın ve yaşadık, yaşamamış kadın var mı? Sanmıyorum. Senin olmadığın bile bile sevmiş miydim? Sevmiş miydin? Sevmiş miydik?

28 Ocak 2015 Çarşamba

Bu aralar neredeyim ne yapıyorum?

Bu aralar çok ihmal ettim burayı... Büyük bir hevesle başlayıp, kendime en önemli hobim olarak edinme hevesiyle başlayıp, iş güç sosyal hayat derken buralardan her zamanki gibi ister istemez uzaklaşıyorum. Bu sefer son! Artık dönmek, konuşmak, yazmak, ve paylaşmak istiyorum. Blog güzel şey! Tabii bir de Vlog olayına da gireceğim. Çünkü 2015'te son hızla fazlasıyla seyahat ediyorum. Bir de bu blog sadece sinema olmayacak, olmamalı. Bu kadar her şey renkli geçerken, filmler ve ödüllerin arkasında kalmamalı. Kişisele girmeyeceğim elbette... Oturup kalbimi kıran adamları burada döküp, onlara bela okumayacağım buralardan. (Bir Whatsapp'a, bir Facebook iletisine bakıyor artık bunlar...Çünkü ne Adele gibi şarkı yazabiliyorum, ne de onun gibi güzel bir sesim var) Neyse, I'm back!